Hukuk Nedir ?
Hukuk Nedir
Hukuk , her şeyden önce bir düzen demektir . Fakat hukukun öngördüğü düzen , fiilen gerçekleşen bir düzen değildir . Hukuk , toplum içinde insanların gerçekten nasıl davrandıklarını değil , nasıl davranmaları gerektiğini gösterir . Hukuk , kendisine uyulmak ve uygulanmak için vardır . Adalet değeri dolayısıyla , insanlar arası ilişkileri bir düzene koymak , toplumsal yaşamın gerçekleşmesini sağlamak ister . İnsanlara , “Bana uy; Beni gerçekleştir” buyruğu ile seslenir . Hukuk düzeni , doğduğu andan itibaren bireyin karşısına kabul edilmesi ve uyulması gereken , kesinlikle doğru kurallar olarak çıkar . İnsan , özgür bir varlıktır ve iradesini hukukun buyrukları doğrultusunda kullanabileceği gibi , onlara aykırı bir yönde de kullanabilir . Bu nedenle toplum içinde insanların tutum ve davranışlarının hukuk kurallarına uymaması , her zaman mümkündür .
“İşte hukuk , insan davranışlarını değerlendiren , çıkar çatışmalarına çözüm getiren kurallardan , normlardan meydana gelen bir sistem , bir bütündür . ”
İdesi ve ideali adalet olan hukuk , genel olarak şu şekilde tanımlanabilir: "Hukuk , adalete yönelmiş toplumsal bir yaşama düzenidir . " Bu tanımdan , hukukun üç ayrı fonksiyonu yerine getirdiğini görmekteyiz . Bu fonksiyonlar düzen , pratik yarar ve adalettir .
HUKUKUN TOPLUMDAKİ FONKSİYONLARI
1 . Düzen fonksiyonu
Hukukun bu fonksiyonu ile anlatılmak istenen , hukukun toplumsal yaşamı düzenleyip insanların barış ve güvenlik içinde bir arada yaşamalarını sağlamaktır .
2 . Pratik yarar ( Sosyal İhtiyaçların Karşılanması ) Hukukun pratik amacını , toplumsal gerçeklik belirler . Hukuk bu fonksiyonu ile toplum içinde yaşayan insanların , birbirleri ile kurmak zorunda oldukları ilişkilerini ve biyolojik , psikolojik bir varlık olarak insanın yapısından kaynaklanan ihtiyaçlarını karşılamaya çalışır . Hukuk bu fonksiyonu ile doğum , evlenme , ölüm vb . önemli biyolojik olayları da çeşitli hükümlerle düzenler . Hiçbir hukuk düzeni yaşamın temel gerçeklerini görmezden gelemez . Hukuk düzeni , insanın doğal yapısına ve bundan ileri gelen ihtiyaçlarına uygun olmak zorundadır . Hukuk önemli ölçüde , ekonomik gerçeklere de bağlıdır; ekonomik ihtiyaçlara uymalı ve onları karşılamalıdır .
3 . Adalet Hukuk bu fonksiyonu ile belirli bir düzenleme altına aldığı sosyal ihtiyaçları , özü salt bir eşitlik düşüncesi olan adalet ölçüsüne vurarak gerçek kimliğini kazanır . Hukukun idesi ve ideali adalettir . En kısa tanımıyla adalet , “bir eşitlik düşüncesi”dir .
“Adalet , nesnel ( objektif ) ve öznel ( sübjektif ) olmak üzere iki değişik anlamda kullanılır . Adalet aslında ahlâki bir kavramdır; Bu kapsamda , erdem , fazilet anlamında kişisel bir özelliği deyimler .
Kişi her zaman haklı olana yönelir , herkese kendine düşeni vermek yolunda sürekli ve değişmez bir çaba gösterir . İşte bu tutum ve çabayı gösteren adalet , özne ( süje ) ile ilgili oluşundan ötürü öznel ( sübjektif ) adalet olarak nitelenir . Bir erdem olan öznel adaletin dışında ve ondan önce nesnel ( objektif ) bir adalet kavramı vardır . Nesnel adalet , kişinin bir özelliğini değil , kişilerin somut durumlarda gerçekleştireceği ilişki biçiminin bir özelliğini deyimler .
İşte hukuk alanında hukuki değer olarak söz konusu olan adalet de , bu nesnel anlamda adalettir . Çünkü hukuk , insanlar arası ilişkileri biçimlendiren , onlara görünür ve algılanabilir bir düzen veren , bu amaca yönelen normlar bütünüdür . ”
Toplum içindeki davranış ve ilişkilerin değerlendirilmelerini içeren kurallar bütünü olarak hukuk , bu değerlendirmelerde adalet ölçüsünü kullandığı ve kullanmak durumunda bulunduğuna göre , adaletin böylece , hukukun da bir değerlendirilme ölçüsü olacağı doğaldır . Hukuk normlarında adalet acaba ne ölçüde yansıtılmıştır ? Mevcut hukuk ne denli adaletlidir ? İşte burada yasa üstü adalet kavramı ortaya çıkmaktadır . Bu , tüm hukuk sistemine ve sistemlerine egemen bulunan , nesnel ve salt bir değer niteliğindeki adalettir . Hukuk bir toplum düzenini içerir . Hukukun varlık nedeni de adalettir; gerek mevcut düzeni korumak , gerekse onu değiştirmeyi meşrulaştırmak için her zaman adalete başvurulur . Nesnel ve yasa üstü adalet hukukta karşımıza kurulu hukuk düzenlerinin asli örneği , olması gereken hukuk anlamında hukuk idesi olarak çıkar . Bu niteliği ile adalet , mevcut hukuk düzenlerinin kendisine uygun olup olmadığı açısından bir değer ve değerlendirme ölçüsü olur . Yine bu özelliği ile adalet , aynı zamanda hukukun idealidir . Hukukun gerçekleştirmek amacını güttüğü şey adalettir .
Birbirleri ile olumlu ve olumsuz karşılıklı ilişkilerde bulunan bu üç fonksiyon denge içinde olduklarında , adil bir hukuk düzeninin gerçekleşmesi sağlanır . Normal olarak tüm hukuk normları bu üç fonksiyonu da kapsar .
Sonuç olarak hukuk , hem adaleti gerçekleştirecek , hem toplumsal yaşama uyacak , hem de bu toplumsal yaşamın barış içinde sürebilmesi için bir düzen görünümünü sağlamaya çalışacaktır .
HAK VE YASA
Hak : Yasalarla koruma altına alınniış menfaatler . Hak için kabul edilmiş sınır , klasik ifadesiyle " yasalarla çizilmiş , başkalarının hak sınırı " dır . Şu halde hak kavramı ile çoğu kez fertlerin kişisel haklılık yorumları uymayacaktır . "Bu büyük bir haksızlıktır , bu nasıl hak? " şeklindeki ifadelere sıkça rastlamaktayız . Bu ifadeler ferdi değerlendirmeler olup çoğu kez hukuken desteklenmemektedir . Halbuki bizim açıklamaya çalıştığımız hak kavramı ferdi olmayıp toplumsaldır . Bu nedenle sübjektif değil , objektiftir . Yasa : Toplum hayatını düzenleyen , önceden belirlenmiş makam ( Yasama organı ) tarafından , önceden belirlenmiş usul ve esaslara uyularak yapılıp toplumun tüm fertleri ( belirli istisnalar hariç ) için geçerli ve bağlayıcı olan , zorlayıcı unsur ( müeyyide ) taşıyan yazılı hukuk kuralı . ' Anayasa Madde 75-100 arasındaki hükümler Yasama organını düzenlemiş ve bu organın Türkiye Büyük Millet Meclisi olduğunu belirtmiştir . T . B . M . M . nin görev ve yetkilerini düzenleyen 87 . nci maddesi ise , bu görev ve yetkilerin ( kanun koymak , değiştirmek ve kaldırmak , Bakanlar Kurulu ve Bakanları denetlemek , Bakanlar Kuruluna belli konularda kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi vermek , bütçe ve kesin hesap kanun taşanlarım görüşmek ve kabul etmek . . . ) olduğu şeklindedir .
Anayasa Madde 88 " Kanun teklif etmeye Bakanlar Kurulu ve Milletvekilleri ( belli sayıda olmaları şartı ile ) yetkilidir . Kanunların görüşme usul ve esasları iç tüzükle düzenlenir . " .
Anayasa Madde 89 "Cumhurbaşkanı , TBMM'ce kabul edilmiş yasaları onbeş gün içinde yayımlar . Yayımlanmasını kısmen ya da tamamen uygun bulmadığı kanunları , bir daha görüşülmek üzere aynı süre içinde gerekçeli olarak TBMM'ne geri gönderir . . . " ifadesini taşımaktadır . Yasa dışında birtakım hukuk kuralları da vardır ki; bunların başında tüzük , yönetmelik" , nizamname , talimatname , sirkü vb . gelir . Bunlar yasalara oranla daha alt derecede kurallardır . İlgili oldukları yasalara dayanılarak çıkarılırlar ve genellikle o yasanın uygulamasını detaylı olarak gösterirler . Bu alt kurallar , gerek bağlı bulundukları yasayla , gerekse de diğer yasalarla uyumlu olmak zorundadırlar .
HUKUK
Belirli bir toplumda kişiler arasındaki ilişkileri düzenleyen ve devletin yaptırım gücüyle uyulması zorunlu kılınan davranış kurallarının oluşturduğu düzen . Yazılı olsun olmasın , hukuk kurallarını öteki toplumsal kurallardan ayıran en önemli özellik devletin yaptırım gücüyle desteklenmiş olmasıdır . Bununla birlikte iç hukuk düzeninin de uyulması kişilerin isteğine bırakılmış tamamlayıcı hukuk kuralları gibi , uluslar arası ilişkileri düzenleyen kuralları da devletin devletlerin yaptırım gücünden yoksundur . Hukuk , toplumsal ilişkilere bağlı olarak sürekli değişen bir kurumdur . Devletin giderek artan bir biçimde toplumsal yaşama müdahale etmesi ve bunu hukuk kuralları koyarak gerçekleştirmesi , kişilerin hukuka bağımlılığını artırmanın yanı sıra yazılı hukuk kurallarının karmaşıklaşması sonucunu doğurmuştur . Bu nedenle hukuk ve hukukçuluk aynı zamanda bir uzmanlık alanı ve meslek niteliğini de kazanmıştır . Evrensel nitelikleri nedeniyle uygar toplumların hepsinde geçerli olan ortak hukuk kurallarının dışında her toplumun yaşam biçimi , dünya görüşü , gelenek ve göreneklerine bağlı olarak farklılık gösteren hukuk kuralları da vardır . Hukuk özü bakımından bir üst yapı kurumu olduğundan , toplumların temel ve yapısal özelliklerine göre biçimlenmesi kaçınılmazdır . Bu bağlamda ekonomik yapının , hukuk düzeni üzerindeki etkisi büyük önem taşır . Bu nedenle kar amacına yönelik özel girişimciliğe dayalı kapitalist sistemlerde geçerli hukuk kurallarıyla , ekonomik etkinlikleri büyük ölçüde devletleştirmiş olan kolektivist sistemlerde geçerli hukuk kuralları arasında önemli farklar bulunur . Bununla birlikte bazı kapitalist sistemlerde , devletleştirme ve planlı kalkınma gibi kolektivist ekonomi düzenine özgü öğeler yer alabilir; kolektivist sistemlerde de özel mülkiyet ve rekabet gibi kapitalist ekonomi düzenine özgü öğelere sınırlı olarak yer verilebilir . Devletin toplumsal yaşama müdahalesi bakımından özde büyük farklılıklar taşıyan bu iki sistemdeki özgürlük anlayışına bağlı olarak kişilerin irade serbestliğine ilişkin hukuk kuralları da büyük farklılıklar gösterir . Ayrıca azgelişmiş ülkelerin hukuk düzenleriyle gelişmiş ülkelerin hukuk düzenleri arasında da önemli farklar vardır .
Bir ülkenin hukuk düzeni yasama organınca oluşturulan yazlı hukuk kurallarını , yargı kararlarını ve devletin iradesi dışında oluşan genel hukuk ilkeleriyle örf ve adet kurallarını kapsar . Genel hukuk ilkeleriyle örf ve adet kuralları gibi yazılı olmayan hukuk kurallarının bağlayıcılık niteliği kazanarak hukuk düzeninde geçerli olabilmesi için devletin bu kuralları tanıyarak onları yaptırıma bağlaması zorunludur . Ayrıca hukuk kuralları emredici ve yasaklayıcı nitelikte olabileceği gibi kişilerin iradesini tamamlayıcı ve yorumlayıcı nitelikte de olabilir . Bir ülkede hukuk düzeni bir bütün oluşturmakla birlikte birbirinden farklı bölümleri de vardır . Klasikleşmiş ayrıma göre bunlar kamu hukuku ve özel hukuktur . Kamu hukuku , devletin organlarının oluşumunu , yetki ve görevlerini , kişilerin bu organlar karşısındaki hak ve yükümlülüklerini düzenleyen kurallardan oluşur . Özel hukuk ise kişiler arasındaki hak ve yükümlülük ilişkilerini düzenleyen kurallardan oluşur . Öğretide kamu hukuku ile özel hukuku birbirinden ayıran özelliklerin bu hukuk alanlarında egemen olduğu kabul edilmektedir . Kamu hukukunda kamu yararı ile özel kişilerin çıkarlarını , birincisinin üstünlüğüne zarar gelmeksizin uzlaştırmaya çalışır . Özel hukuk ise kişilerin birbiri karşısındaki çıkarlarını eşitlik kuralını zedelemeden uzlaştırmaya çalışır . Bu nedenle kamu hukuku öznelerinin özel hukuk özneleri ( gerçek ve özel tüzel kişiler ) karşısında üstün yetkilerle donatılmış olmasına karşın , özel hukuk özneleri arasında eşitlik kuralı geçerlidir .
Ayrıca kamu hukuku ve özel hukuk bölümleri çeşitli hukuk dallarını içerir . Başta anayasa hukuku olmak üzere uluslararası kamu hukuku , idare hukuku , ceza hukuku , icra hukuku , iflas hukuku ve kamu hukuku gibi hukuk dalları kamu hukuku bölümünü oluşturur . Buna karşılık medeni hukuk , borçlar hukuku , uluslararası özel hukuk ve ticaret hukuku gibi hukuk dalları da özel hukuk kapsamına girer . Karma nitelikte hukuk dalları arasında fikri hukuk , deniz hukuku , hava hukuku , iş hukuku ve toprak hukuku sayılabilir . Bu hukuk dallarını oluşturan hukuk kuralları bazı yönleriyle kamu hukukunun , bazı yönleriyle de özel hukukun özelliklerini taşırlar . Ayrıca önceleri idare hukuku dalı içerisinde yer alırken , kazandığı önem dolayısıyla giderek bağımsızlaşmaya başlayan maden ve petrol hukuku , ticaret hukukundan kopan bankalar hukuku ve uluslararası hukuktan ayrılarak farklı bir dal oluşturan uzay hukuku gibi yeni hukuk dalları da ortaya çıkmıştır .
HUKUK DEVLETİ
Tüm etkinliklerinde hukukun üstünlüğü ilkesine ve yargı denetimine bağlı kalan devlet . Devletin hukuk ve adalet ilkesine bağlılığı , Platon ve Aristotelesten bu yana hukuk felsefesinde önemli bir yer tutmuştur . Bu kavram ortaçağda devlet örgütünün işlemesine ilişkin önlemlerden çok , toplumsal sözleşme ilkesine dayanıyordu . Buna göre hükümdar söz verdiği yükümlülükleri yerine getirmezse , yönetilenlerde ona itaat borcundan kurtulmuş sayılırdı . İngilteredeki ilk anayasal belge olan Magna Cartada ( 1215 ) yer alan direnme hakkı da kaynağını bu anlayıştan alıyordu . Yeniçağda hukuk devleti kavramı Locke ve Montesquieunün ortaya attığı kuvvetler ayrılığı ilkesiyle genişleyerek daha büyük bir önem kazandı . Ayrıca , doğal hukuk yanlılarının ortaya attığı ve daha sonra 1787 ABD Anayasasına da yansıyan ‘doğal haklar kuramı ve ‘insan hakları anlayışı , hukuk devleti düşüncesine yeni boyutlar getirdi . Bu gelişimin yarattığı birikim 19 . yüzyıldan başlayarak , özellikle Alman hukuk öğretisinin sağlam temellere dayandırılmasını sağladı . Devletin amacının yurttaşlarının özgürlüğünü , eşitliğini ve hukukun egemenliğini güvence altına almak olduğunu savunan Kantçı devlet felsefesine dayanan Alman öğretisi , ‘hukuk devleti ( Rechtsstaat ) deyimini ‘polis devleti ( Polizeistaat ) kavramının karşıtı olarak kullandı . Yapıtlarında ‘hukuk devleti deyimine ilk kez yer veren Rudolf von Mohl , bu deyimden anlaşılması gereken devlet tipini , etkinliklerinin sınırını kişilerin özgürlüğünde gören , yasaların genelliği ilkesine uyan ve kişilerin devlet gücü karşısında korunması için yargı organları kuran devlet olarak tanımladı . Bu hukuk devletini anayasal devletle eş değerde tutan bir görüştü . Hukuk devleti kavramına çeşitli anlamlar veren Stahl ve Bahr gibi Alman hukukçulardan sonra günümüzde geçerli olan hukuk devleti görüşüne en yakın tanımı Rudolf von Gneist ortaya koydu . Buna göre hukuk devletinin güvence altına alınması için anayasada kamu hak ve özgürlüklerinin düzenlenmiş olması yeterli değildir . Bunların uygulamada değer kazanabilmesi için her şeyden önce devletin en etkin organı olan idarenin , özel bir yargı sistemince ( idari yargı ) sıkı bir biçimde denetlenmesi gerekir . 20 yüzyılda özellikle Avusturyalı hukukçu Hans Kelsen hukuk devletinin maddi hukuk içeriğinden arınmış biçimsel bir kavram olduğunu ileri sürmüş ve bu kavramın en önemli özelliğini devletin bütün işlemlerinin ( anayasa , yasa , tüzük , yönetmelik , birel idari kararlar ) belli bir hiyerarşi içerisinde bir temel norma dayanmasında bulmuştur . Kelsenin bu biçimselci görüşü hukuk öğretisinde güçlü eleştirilerle karşılaşmıştır . Günümüzde gelişmiş hukuk sistemlerinde , özellikle kara Avrupası hukukunda ortak bir hukuk kavramı ve kurumu olan hukuk devletinin şu öğelerden oluştuğu kabul edilmektedir . 1 ) Yasallık ilkesi günümüzde yasaların anayasaya uygunluğunu da kapsar ve idarenin yalnızca yasalara değil , genel hukuk kurallarına da bağlı olmasını ön görür . 2 ) Kuvvetler ayrılığı ilkesi , klasik öğretinin benimsendiği tam bağımsızlık yerine denetim ve iş birliğini de kapsayan bir denge sistemini içerir . 3 ) Temel hak ve özgürlüklerin korunması ilkesi hukuk devleti ile demokrasi kavramları arasındaki bağı kuran bir ilkedir . Buna göre kişilerin temel hak ve özgürlükleri , pratikte uygulanabilen ve demokratik rejimin ruhuna uygun olan güvencelere bağlanmalıdır . 4 ) Hukuk güvenliği ilkesi devlet işlemlerinin önceden öngörülmüş esaslara uygun olarak yapılması , geriye yürüyen hükümler içermemesi ve önceden öngörülmüş esaslara uygun olarak yapılması , geriye yürüyen hükümler içermemesi ve önceden uygun bir biçimde duyurulması gibi ilkeleri içerir . 5 ) İdarenin yargısal denetime bağlı olması ilkesi uyarınca idarenin hiçbir işlem ve eyleminin yargı denetimi dışında bırakılmaması gerekir . Bu ilke en iyi biçimde idarenin adli yargıdan bağımsız bir idari yargı sisteminin denetimine bağlı tutulduğu idari rejimde gerçekleştirilir .
Türkiyede hukuk devleti kavramı ilk kez idari hukuku bilgini Sıddık Sami Onarın İdare Hukuku ( 1938 ) adlı yapıtında yer aldı . 1961 Anayasası hukuk devleti deyimini devletin nitelikleri arasına sokan ilk Türk anayasası oldu . 1982 Anayasası da 2 . maddesinde hukuk devleti deyimine yer verir .
1982 Anayasası hukuk devleti ilkesini kabul etmiş olmakla birlikte , özellikle temel hak ve özgürlüklere aşırı sınırlamalar getirmiştir . Ayrıca idarenin bazı işlemlerini yargı denetimi dışında tuttuğundan çağdaş hukuk devleti anlayışından farklı bir anlayışı yansıtır . Hukuk devleti ve yargı denetimi ilkeleri özellikle olağanüstü hal ve sıkı yönetim rejimleri altında yapılan işlemler için ortadan kalkmaktadır . Bu dönemlerde Bakanlar Kurulunun çıkardığı kanun hükmündeki kararnamelerin anayasaya aykırı olduğu iddiasıyla dava açılamaz ( m . 148 ) . Bunun gibi , idari yargılamada yürütmenin durdurulması kararı verilmesi yasayla sınırlanabilir ( m . 125 ) . Ayrıca Sıkıyönetim Kanununda yer alan ve anayasaya aykırılığı öne sürülemeyen bir ( Ek m . 3 ) uyarınca sıkıyönetimin komutanının idari işlemlerine karşı yasa yollarına baş vurulamaz .
İLERİCİ HAREKETTE HUKUKUN YERİ VE ÜSTÜNLÜĞÜ
‘Hukuk her zaman ve öncelikle kapitalizmin kendi çıkarları doğrultusunda yarattığı bir hukuk olmakla birlikte bu , onun ilerici karakterini görmezlikten gelmemizi gerektirmez .
Pek doğal ki , ‘çelişik ve bağdaşmaz çıkarları olan sınıflara bölünmüş bir toplumun hukuk sistemi , ister istemez , öncelikle iktidardaki sınıfın ihtiyaçlarına cevap verecektir . Fakat , ‘hukuk , ikinci derecede olmak üzere , ezilen sınıfın ilişkilerini de düzenler ve bir ölçüde ihtiyaçlarına da cevap verir . Ayrıca , ekonomik ve siyasal alandaki sınıf savaşımı yoğunlaştıkça ve sınıfsal güç dengesi ezilen ve sömürülen sınıflardan yana değiştikçe , egemen sınıf ödün vermek zorunda kalmaktadır . Egemen sınıfça verilen her yeni ödün , ‘devletin hukuksal kurallarına yansır ve hukuksal alanda yeni bir hak ve özgürlüğün doğmasını sağlar . Bu bakımdan , özellikle gelişmiş batı ülkelerinin burjuva hukukunu , ‘ödünlerle sulandırılmış baskı hukuku ‘ olarak tanımlayanlar da vardır . Ezilen ve sömürülen sınıfların , egemen sınıfı ödün vermeye zorlamaları ve bunu sağlamaları , düzenin tüm kurumları açısından sonuçlar doğurur . Egemen sınıfın çıkarları onarılamaz yaralar alır . İşte bu nedendendir ki egemen sınıf , güçler dengesi olarak verir vermez , tanıdığı ödünleri geri almak için faaliyete geçer . Ne var ki , bu mümkün olsa bile artık eski noktaya dönmek olanaksızdır . Yığınlar , o ödünün önemini kavramışlardır ve onu tekrar elde etmek için savaşım vereceklerdir . Böylece egemen sınıftan elde edilen her yeni ödün , toplumun demokratikleştirilmesini sağlar ve ‘onu , niteliksel değişim anına biraz daha yaklaştırır . Ezilen ve sömürülen sınıfların , egemen sınıfın baskı aracı olan hukuktan yararlanmaları ve demokrasi savaşımında hukuk silahını kullanmaları , tüm bu nedenlerle mantıki ve zorunludur , fırsatçılık değildir . Ayrıca , ‘hukuk , sadece bireylerin özgürlüklerinin sınırlandırılması değildir . Aynı zamanda , iktidarın da özgürlüklerinin sınırlandırılmasıdır . ‘ Bu açıdan da ilerici harekette , demokrasi savaşımında hukuk , ezilen ve sömürülen sınıflar bakımından önem taşır . Ancak , iktidarın özgürlüğünün , yani hareket alanının sınırlanmasının biçimsel olduğunu da belirtmek gerekir . Fakat buna rağmen hukukun bu yönünden yararlanmak son derece önemlidir . Çünkü , ‘ iktidarın elinde kuvvet vardır ‘ ve ‘ hukuk bu yönüyle , biçimsel de olsa , yalnızca geciktirici bir işlev de görse , ( iktidarın elindeki bu ) kuvveti de sınırlandırmaktadır . Tüm bu vergiler karşısında , hukuk konusunda ‘bir ölçüde tarihsel değişim karşısında bulunuyoruz . ‘; kapitalizm , egemenliğini yitirdiği için hukuku bir araç olarak kullanmayı artık reddetmekte , baskıyı yoğunlaştırmakta , hukuk-dışılığa düşmektedir . Buna karşı işçi sınıfı , deneyimle hukuku kendi yararına kullanmayı öğrenmiş olduğu için ona sarılmakta , sınıf savaşımında ondan yararlanmaktadır diyebilir miyiz? Burjuva hukukunun ilerici niteliğinin gözden kaçırılmaması gereğine ve onu , sınıf savaşımında ile bir demokrasinin kurulması yolunda kullanmanın çok önemli olduğunu ve gözden çıkarılmaması gerektiğini belirtelim .
Ne var ki , ezilen ve sömürülen sınıf olarak işçi sınıfı , hukuk silahı ile ancak belli hedeflere varabilir . Bu hedef , öncelikle burjuva demokrasisi sınırlarının genişletilmesi ve zorlanması olarak saptanabilir . Fakat , en ileri bir burjuva demokrasi bile , ‘insanlığın ilerledikçe gerileyen bir geçmişidir ve giderek daha açık bir şekilde , toplumun çıkarlarını karşılamak yeteneği olmadığını ortaya koymaktadır . Bu nedenle , işçi sınıfı hareketi ‘kendisinin burjuva hareketinin genişletilmesi uğruna savaşımla sınırlayamaz . O zaman , işçi sınıfı burjuva demokrasisinin ötesinde bir demokrasiyi , işçi sınıfı ve bağlaşıklarının iktidarındaki ileri bir demokrasiyi kurmayı da hedef olarak seçecektir . İşçi sınıfı , bu hedefe varmada da hukuk silahından yararlanacaktır .
İşçi sınıfı hareketinin , insanın insan tarafından sömürülmeği , ‘temel amacı , halkın artan maddi ve manevi ( kültürel , entelektüel ) ihtiyaçlarını mümkün olan en tam biçimde karşılamak olan toplum düzeninin kurulması yolundaki hedefine varmada da , hukukun ( üst yapının temel alt yapıyı etkileyebilmesi nedeniyle ) belli ölçüde yararı ve yeri olabilir .
İşçi sınıfının , tüm hedeflerine varmada hukuk silahını gereken zaman ve yerde ustalıkla kullanabilmesi için iki sapmadan sakınması gerektiğini de belirtelim . Bunlardan biri sağ sapma denilen burjuva hukukunun önemini abartmak; diğeri ise , sol sapma denilecek olan , hukuku tamamen önemsiz saymaktır . Hukuk , bu iki çizgi arasında ustalıkla kullanıldığında çok önemli ve değerli sonuçlar verebilir .
Yorumlar
Yorum Gönder
Ziyaretiniz için teşekkürler…Yorumlarınızı bekliyoruz…